Modern çağın en yıkıcı krizlerinden biri göç ve mültecilik meselesidir. Savaşlar, siyasi istikrarsızlıklar, iklim değişiklikleri ve ekonomik dengesizlikler milyonlarca insanı yurtlarından koparıyor. Bugün dünyanın dört bir yanında “mülteci” etiketiyle anılan insanlar, çoğu zaman yalnızca pasaportlarının rengi yüzünden ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve dışlanmaya maruz kalıyor. Uluslararası politik jargon bu insanları “yük” veya “risk unsuru” olarak tanımlarken, İslam’ın dili bambaşkadır.
Mülteci sorunu, uluslararası anlaşmaların ve politik söylemlerin dar kalıplarına sıkıştırılıyor. Oysa Kur’an’ın gösterdiği yol, insana yalnızca “hak sahibi birey” değil, aynı zamanda “emanet” gözüyle bakmaktır. Eğer bu meseleye Kur’an’ın emrettiği Müslümanca bir tavırla yaklaşılırsa, bugün insanlığın alışageldiği insani yardım modellerinin ötesinde, dünyada eşi benzeri görülmemiş çözümler üretilebilir. İslam’ın sunduğu kardeşlik ilkesi, toplumu yeniden inşa edecek bir fırsat olarak görülebilir.
“İman edip hicret eden ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle, onlara kucak açıp yardım edenler; işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve kesintisi olmayan güzel ve bol bir rızık vardır.” (Enfâl, 74)
“Onlardan önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerine yerleştirmiş olanlar, kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç duymazlar, aksine kendilerinde ihtiyaç olsa bile onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 9)
Kur’an, muhacir ve ensar arasındaki ilişkiyi bu ayetlerle örnek gösterir. Bu ayetler, modern çağın mülteci krizine sunulan en güçlü etik perspektiftir. İslam’a göre göç eden insan yük değil; imtihan vesilesi, kardeşlik fırsatı, ulusal ahlakın turnusol kâğıdıdır.
Ne var ki bugünün dünyasında mültecilik, çoğu kez bir “güvenlik meselesi” veya “ekonomik yük” söylemine indirgeniyor. Oysa İslam medeniyetinde göç, hem tarihsel bir hafıza hem de toplumsal dayanışmanın imtihanı olmuştur.
Bugün Batı dünyası mülteci sorununu sınır duvarlarıyla, kota uygulamalarıyla veya geçici kamplarla yönetmeye çalışıyor. Oysa İslam, bu sorunu kökten farklı bir perspektifle ele alır: Mülteciyi ensar-muhacir kardeşliği temelinde topluma dâhil etmektir. Eğer bu ilke yeniden hayata geçirilirse, İslam dünyası sadece kendi coğrafyasında değil, küresel ölçekte de çözümde öncülük edebilir. Dünyanın insani krizlerde tıkandığı yerde, İslam’ın öğretileri insanlığa yeni bir yol açma potansiyeline sahiptir.
Bu mesele sadece politik bir kriz değil; insanlığın vicdani bir imtihanıdır. İslam’ın kardeşlik dili, eğer ulusal ve uluslararası düzeyde yeniden canlandırılırsa, göç ve mültecilik meselesinde dünyaya öncülük eden model ortaya çıkabilir. Belki de gelecek yüzyılın en büyük medeniyet inşası, işte bu kardeşlik ekseninde İslam önderliği altında şekillenecektir.
Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicreti, sadece siyasi bir zorunluluk değil; aynı zamanda insani dayanışmanın evrensel modelidir. Ensar ile muhacir arasında kurulan kardeşlik, bugünün küresel mülteci krizine en sahici çözümdür: Paylaşmak, kucaklamak, beraber inşa etmek.
Modern ulus-devletlerin “sınır” merkezli jargonuna karşı İslam, “kardeşlik” merkezli bir dil inşa eder. Bu kardeşlik, milliyetin ötesinde; insana, mazluma, mağdura dokunan bir vicdan dilidir.
Bugün bizlere düşen, göç ve mülteci meselesini siyasi bir gündem maddesi olmaktan çıkarıp ahlaki bir sorumluluk ve medeniyet mirası olarak görmektir. İyiliğin ulusal dil olması, kanaatin toplumsal değer olması gibi; mültecilerin kucaklanması da ümmet bilincinin somut tezahürüdür.
Sonuç olarak, modern dünyanın en büyük krizlerinden biri olan göç ve mültecilik sorunu aslında İslam’ın kadim değerleriyle çözülebilir. Çünkü Kur’an’ın öğrettiği gibi:
İşte bu ayet, bugünün mülteci krizine sunulabilecek en insani, en evrensel ve en kalıcı çözümdür.
Bu şiir, takipçimiz Büşra IRMAK tarafından kaleme alınmıştır.
Bu yazı, takipçimiz "Marka Kobiler" tarafından kaleme alınmıştır.
Bu yazı, takipçimiz "K. Sümeyye SANCAK" tarafından kaleme alınmıştır.