Tarihi anlatımlarında sıkça kullanılan bir dönem vardır: Orta Çağ.
Bu kavram, çoğu zaman Avrupa tarihine ait bir dönemi — karanlık, durağan, dogmatik bir çağı — akla getirir.
Oysa “Orta Çağ” insanlık tarihinin evrensel bir dönemi değildir; her uygarlık kendi zamanını farklı yaşar.
Aynı yüzyıllarda Avrupa karanlığın içindeyken, İslam dünyası ilmin, felsefenin ve kültürün merkezindeydi.
O halde hangi Orta Çağ’dan söz ediyoruz?
Avrupa, 5. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren dönemde feodal sistem, skolastik düşünce ve kilise otoritesi altında yaşadı.
Bilgi, yalnızca dinin hizmetinde görülüyor; sorgulamak çoğu zaman cezalandırılıyordu.
Skolastik düşünce, bilimi “imanın yardımcısı” sayıyor, bağımsız düşünceyi bastırıyordu.
Ne var ki, Haçlı Seferleri ve Endülüs’te kurulan bilim merkezleri aracılığıyla Avrupa, İslam dünyasıyla tanıştı.
Bu karşılaşma, yavaş ama derin bir uyanışın başlangıcı oldu.
12. yüzyılda Toledo ve Sicilya’da başlayan çeviri hareketleri, İbn Sina, Biruni, İbn Rüşd ve El-Harezmi’nin eserlerini Latinceye kazandırdı.
Bu bilgiler, Avrupa Rönesans’ının ateşini yakan ilk kıvılcımlar oldu.
İslam coğrafyası 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar, bilimsel gelişimin en parlak dönemlerinden birini yaşadı.
Bağdat’taki Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi), bilim insanlarının buluştuğu bir evren merkeziydi.
Burada sadece bilgi üretilmedi; düşünce biçimi üretildi.
Bu dönemi inceleyen Prof. Dr. Fuat Sezgin, İslam medeniyetinin Avrupa bilimine yalnızca ilham değil, doğrudan altyapı sağladığını kanıtladı.
Benzer biçimde Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, gözlemevleri, medreseler ve bilim kurumlarının Avrupa’daki üniversitelerden yüzyıllar önce kurulduğunu ortaya koydu.
Prof. Dr. Leila Ahmed’in çalışmalarına göre bu kadınlar, bilimin yalnızca erkeklerin alanı olmadığını,
İslam medeniyetinin ilk yüzyıllarında kadınların kamusal ve entelektüel hayatta aktif olduğunu göstermektedir.
İslam düşüncesinde İmam Gazali (1058–1111) ayrı bir öneme sahiptir.
Tehafütü’l-Felasife adlı eserinde felsefenin metafizik alanını eleştirmiş, bilimin deneysel kısmını ise meşru görmüştür.
Fuat Sezgin ve Aydın Sayılı, Gazali’nin bilimi reddetmediğini, eleştirisinin filozofların metafizik spekülasyonlarıyla sınırlı olduğunu vurgular.
· Prof. Dr. Fuat Sezgin – İslam’da Bilim ve Teknik ve İslam Medeniyetinde Bilimsel Miras
· Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı – İslam Dünyasında Bilimsel Düşüncenin Doğuşu ve Ortaçağ İslam Dünyasında Bilimsel Kurumlar
Rönesans ile Avrupa yeniden doğdu.
Ama bu yeniden doğuş, boşluktan değil, İslam medeniyetinden taşınan bilgi mirasından beslendi.
İbn Sina’nın tıp anlayışı, El-Harezmi’nin matematiği, İbn Heysem’in optiği, İbn Rüşd’ün felsefesi Avrupa’ya yön verdi.
Fuat Sezgin’in belirttiği gibi, Rönesans bir “yeniden keşif” değil, İslam bilim birikiminin yeniden yorumu idi.
17. ve 18. yüzyıllarda Aydınlanma düşüncesi, aklın bağımsızlığını ve bilimin özgürlüğünü savunurken,
aslında Gazali’nin, Farabi’nin, İbn Rüşd’ün yüzyıllar önce tartıştığı soruları yeniden gündeme getiriyordu.
13. yüzyıldan sonra Moğol istilaları, siyasi parçalanmalar ve medreselerdeki taklitçi anlayış, bilimsel üretimi yavaşlattı.
14. yüzyıldan itibaren modernleşme hareketleriyle İslam dünyası, bilim mirasını yeniden keşfetti.
Tarihi sadece Avrupa merkezli okuduğumuzda, insanlığın yarısını kaybediyoruz.
İslam dünyasının Altın Çağı, kadınların, alimlerin ve bilim insanlarının ortak emeğiyle inşa edilmiştir.
Aydınlanma bir coğrafyanın değil, aklını kullanan insanlığın ortak başarısıdır.
Bugün hâlâ sorulabilir: “Hangi Orta Çağ?”
Cevap: Karanlık çağlar yoktur; karanlıkta kalmayı seçen toplumlar vardır.
Bu yazı, takipçimiz "Yunus Emre KAHVECİ " tarafından kaleme alınmıştır.
Bu yazı, takipçimiz "Efsa Nur Hökerek " tarafından kaleme alınmıştır. Yazı, pervâne metaforuyla ışığa tutkuyla yönelmenin ve yanmayı göze almanın önemini anlatıyor. Filistin’deki d
Bu şiir, takipçimiz Büşra IRMAK tarafından kaleme alınmıştır.